İnsanlıgn Kaçışı Ve El Morad
Pathos ve Cypher arasındaki dövüş ve Pathos- Cypher
varlığının ortaya çıkışı Carnac’ta birtakım değişimlere yol
açtı. Çiçekler kokularını kaybetti, ani mevsim değişiklikleri
baş gösterdi ve yeraltı suları kahverengi adeta paslı
akmaya başladı. Üstelik yakında başka değişiklikler
de görülecekti.
Bu değişikliklere yol açan Pathos-Cypher’ın yaptıkları değildi. O, insanların kendisine gösterdiği ilginin tadını çıkarmakla meşguldü.
Böylece aradan yıllar geçti ve insanlık 6 büyük krallığa bölündü: Çölde kurulu savaşçı Hellsgarem, çelik gemileri ve limanları ile Bluegrant, beyaz şehir Anrdeam, muhteşem mahsulleri ile ünlü Planisad, ticaret merkezi Brisbia ve tüm krallıkların en uzak ucunda bulunan El Morad.
Krallıklar oluşurken, dünyada meydana gelen değişimler yalnızca mevcut yaratıkları değil başka şeyleri de etkiledi. Kurda ve ayıya benzeyen ama onlardan çok daha korkunç ve vahşi olan devasa yaratıklar görülmeye başlandı, üstelik sayıları her geçen yıl artıyordu. Daha şaşırtıcı olanı da taş ve sihirden yaratılmış varlıklardı. En kötüleri ise tüm hayatı kendi anladıkları düzeye (ölmemeye) getirmeye çalışan zombilerdi.
Cehennemden gelen yaratıkların sayısı o kadar artmıştı ki yüksek duvarlar ile çevrili, sadık muhafızlarla korunan şehirler bile onlara karşı koyamıyordu. İlk düşen krallık Planisad oldu, böylece yiyecek sıkıntısı baş gösterdi. Kısa süre sonra, Brisbia ve Arrdeam kaybedildi. Ulu barbar krallığı Hellsgarem bile hayatta kalamadı, krallığın düşüşünü görmektense şehri kendileri yakmayı tercih ettiler. Buradan kurtulanlar, şehirlerinden kaçıp El Morad’a gitmekte olan Bluegrant gemilerine sığındılar.
El Morad kralı Manes sığınmacıları koşulsuz kabul etti. Gücü yerinde olanlar, henüz saldırıya uğramayan tek şehrin savunmasını kuvvetlendirmek üzere orduya alındılar. Yeni savaş alanları inşa edildi, gerekli malzemeler temin edildi ve yeni silahlar yapıldı. El Morad halkı şehirlerini kaybetmemeye kararlıydı, kendi şehirlerini bırakıp kaçanlarsa yeni evlerini bağlılıkla savunmaya hazırdı. El Morad insanlığın son kalesiydi. Kaybedilirse insanlığın sonu olurdu.
Şovalyelerın Yükselısı
Yedi uzun yıl boyunca ölmeyen yaratıklar ve canavarlarla
savaştılar. Kral Manes, yıllarca dualarına kulak vermeyen,
olanlara seyirci kalan tanrılara yakarıp durdu. İnsanlar hala
direniyor hatta güçlenmeye başlıyordu.
Savaşın ilk iki yılı geçtiğinde El Morad sakinleri saldırılara
alışmıştı. Direnişleri sağlamdı, savaş tekniklerini
geliştirmişlerdi. Sonunda, güvenli duvarların arkasından
çıkmaya bile cesaret ettiler. Onlara metal ve ağaç sağlayan şehrin ardındaki dağların arasından geçitler açıp silahlı birliklerini ormanlara gönderdiler ve toprağı ekmeye başladılar. Başlangıçta ürün yetiştirmek zor oldu, ancak zamanla insanları dağlara veya yeraltına yerleştirerek mahsul ekimi için şehrin güvenli duvarları arasında boş alanlar yaratmayı başardılar.
Üçüncü yılda, artık tecrübe kazanmış olan askerler sadece saldırıları geri püskürtmeyi beklemekten vazgeçip canavarları avlamaya başladılar. Savaşçılar evlerine kahramanlık ve zafer hikayeleri ile dönüyordu. Bu savaşçılar daha sonra biraraya gelerek Şövalyeler olarak bilinen birliği oluşturdular. Şövalyeler, El Morad dışında yaşar ve hayatlarını görevlerine adardı, bazıları sihir yapmayı ve şifa ilmini bile öğrenmişti. Böylelikle yıllar geçti ve şövalyeler güçlenerek varlıklarını sürdürdü.
Savaşın yedinci yılının son gecesinde, olağanüstü bir şey yaşandı. El Morad üzerine kızıl yağmur yağmaya başladı. Uzaklarda beliren yeşil bir sis tabakası şehre doğru sürükleniyordu. Ürkütücü bir ses duyuldu, insanlar ilk kez kapılara doğru kaçmaya başladılar. Hiçbiri korktuğunu inkar edemezdi.
Kral Manes son bir umutla tanrılara yalvardı.
Tanrılardan biri sesine kulak verdi. “Benden dileğin nedir?”
“Halkım her gün ölüyor. Lütfen bize yardım edin.”
“Yardıma ihtiyacınız yok.”
“Fakat halkım her gün ölüyor. Şimdiyse bu korkunç yağmur ve sis baş gösterdi. Halkım sonumuzun geldiğini düşünüyor. Nasıl yardıma ihtiyacımız olmaz?”
“Yardıma ihtiyacınız yok.”
Halkının kurtuluşunu sağlamakta kararlı olan Kral yalvardı. “Fakat siz güçlüsünüz! Siz dilerseniz herşey yoluna girebilir. Biz sizin aciz kullarınız.”
“Kullar da felaketlerden nasibini alır, siz benim kullarım olacaksınız. Bugün dualarınızı kabul etmek için değil sonunuzun yaklaştığını haber vermek için ortaya çıktım.”
Kral öfkelenmeye başladı. Tanrı’ya bağırma cüretini göstererek “Eğer bize yardım etmeyecekseniz biz o sonu hep birlikte karşılayacağız.” dedi.
Tanrı çoktan gitmişti. Kral hangi Tanrı ile konuştuğunu bile bilmiyordu. Ona cevap veren Logos muydu? Yoksa Akara ya da Pathos- Cypher mı?
Yedi uzun yıl boyunca ölmeyen yaratıklar ve canavarlarla savaştılar. Kral Manes, yıllarca dualarına kulak vermeyen, olanlara seyirci kalan tanrılara yakarıp durdu. İnsanlar hala direniyor hatta güçlenmeye başlıyordu.
Savaşın ilk iki yılı geçtiğinde El Morad sakinleri saldırılara alışmıştı. Direnişleri sağlamdı, savaş tekniklerini geliştirmişlerdi. Sonunda, güvenli duvarların arkasından çıkmaya bile cesaret ettiler. Onlara metal ve ağaç sağlayan şehrin ardındaki dağların arasından geçitler açıp silahlı birliklerini ormanlara gönderdiler ve toprağı ekmeye başladılar. Başlangıçta ürün yetiştirmek zor oldu, ancak zamanla insanları dağlara veya yeraltına yerleştirerek mahsul ekimi için şehrin güvenli duvarları arasında boş alanlar yaratmayı başardılar.
Üçüncü yılda, artık tecrübe kazanmış olan askerler sadece saldırıları geri püskürtmeyi beklemekten vazgeçip canavarları avlamaya başladılar. Savaşçılar evlerine kahramanlık ve zafer hikayeleri ile dönüyordu. Bu savaşçılar daha sonra biraraya gelerek Şövalyeler olarak bilinen birliği oluşturdular. Şövalyeler, El Morad dışında yaşar ve hayatlarını görevlerine adardı, bazıları sihir yapmayı ve şifa ilmini bile öğrenmişti. Böylelikle yıllar geçti ve şövalyeler güçlenerek varlıklarını sürdürdü.
Savaşın yedinci yılının son gecesinde, olağanüstü bir şey yaşandı. El Morad üzerine kızıl yağmur yağmaya başladı. Uzaklarda beliren yeşil bir sis tabakası şehre doğru sürükleniyordu. Ürkütücü bir ses duyuldu, insanlar ilk kez kapılara doğru kaçmaya başladılar. Hiçbiri korktuğunu inkar edemezdi.
Kral Manes son bir umutla tanrılara yalvardı.
Tanrılardan biri sesine kulak verdi. “Benden dileğin nedir?”
“Halkım her gün ölüyor. Lütfen bize yardım edin.”
“Yardıma ihtiyacınız yok.”
“Fakat halkım her gün ölüyor. Şimdiyse bu korkunç yağmur ve sis baş gösterdi. Halkım sonumuzun geldiğini düşünüyor. Nasıl yardıma ihtiyacımız olmaz?”
“Yardıma ihtiyacınız yok.”
Halkının kurtuluşunu sağlamakta kararlı olan Kral yalvardı. “Fakat siz güçlüsünüz! Siz dilerseniz herşey yoluna girebilir. Biz sizin aciz kullarınız.”
“Kullar da felaketlerden nasibini alır, siz benim kullarım olacaksınız. Bugün dualarınızı kabul etmek için değil sonunuzun yaklaştığını haber vermek için ortaya çıktım.”
Kral öfkelenmeye başladı. Tanrı’ya bağırma cüretini göstererek “Eğer bize yardım etmeyecekseniz biz o sonu hep birlikte karşılayacağız.” dedi.
Tanrı çoktan gitmişti. Kral hangi Tanrı ile konuştuğunu bile bilmiyordu. Ona cevap veren Logos muydu? Yoksa Akara ya da Pathos- Cypher mı?